Helâkî Divanı'nda Türkçe Deyimler

M. Nejat SEFERCİOĞLU
2010 Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi  
Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 4, İstanbul 2010, 155-202. Ö Z E T Türk dili mecazlar, atasözleri ve deyimlerinin zenginliği bakımından dünyanın sayılı dillerinden biridir. Türk edebiyatının 600 yılı aşkın ömrüyle önemli bir halkasını oluşturan divan edebiyatına mensup sanatkârlar da Türk dilinin bu zenginliklerinden ve güzelliklerinden yararlanmışlar ve eserlerinde birçok atasözü ve deyime yer vermişlerdir. Bu makalede 16. yüzyılda yaşamış olan Karamanlı Helâkî Divanı'nda (Çavuşoğlu
more » ... yer alan deyimler tespit edilmeye ve değerlendirilmeye çalışılmıştır. Helaki, idiom, divan poetry. Helâkî Divanı'nda Türkçe Deyimler • 181 Eteğini taşla doldurmak: Çok fazla dert ve acı çekmek. Ol kadar seng-i melâmetle dögünmiş Ferhâd Toptolu eylemiş ol taş ile taglar etegin (G/110-3, s. 150) [Ferhâd ayıplama taşıyla o kadar çok döğünmüş ki o taşlar ile dağların eteğini doldurmuş.] Gönlünü yumuşatmak: Gönül katılığını gidermek, razı etmek. Kaçan nerm idiser gönlüni âhum Ki seng-i sahta kâr ider mi pûlâd (G/26-5, s. 66) [Ey sevgili! Benim âhım senin gönlünü nasıl yumuşatsın? Hiç çelik sert taşa (mermere) işler mi, tesir eder mi?] Gönül almak (dil almak): Gücenmiş olsun, olmasın bir kimseyi uygun bir davranışla bir armağanla hoşnut etmek, sevindirmek. (bk. Aksoy, 2/673, nr. 4701; Parlatır, 2/399, nr. 4254) Mikrâz elinde sanki dü-ser ejdehâ dürür Kimdür cihanda k'anun elinden rehâ durur Kan dökmede dil almada gey müntehâ durur Şol âfet-i zamâne ki Berber Alisidür (Mus. /8-IV, s. 28) [Makas elinde sanki iki başlı ejderhâdır.Cihanda onun elinden kurtulan kimdir? Kan dökmede ve gönül almada hiç sınır yoktur. Zamanın âfeti şu Berber Ali'sidir.] Gönül bağlamak (dil bağlamak): Yürekten sevmek, tutulmak, bütün sevgisini vermek. (bk. Aksoy, 2/673, nr. 4702; Parlatır, 2/399, nr. 4256) Ey gözi âhû kemend-i zülfüne dil baglayan İstemez tâ haşra dek kurtulmag ol fitrâkden (G/112-3, s. 152) [Ey ceylan gözlü sevgili! Senin saçının kemendine gönül bağlayan, gönül veren kıyâmet gününe kadar o bağdan kurtulmak istemez.] Görecek gözü olmamak: Dikkati belirli bir noktaya bağlamak ve onun dışındaki şeyleri görmemek. İştirâk üzre cemâlüne nazar kıldugıçün Birbirin merdümek-i dîde görecek gözi yok (G/83-3, s. 123) [Beraberce yüzünün güzelliğine baktıkları için birbirlerinin göz bebeklerini görecek gözü yok.] Göynüklerüni yanmak: Derdini anlatmak, içini dökmek. Helâkî Divanı'nda Türkçe Deyimler • 187 Kan tutupdur gözlerin kan itdügiyçün bî-günâh Gerçi bîmar anlayup anı bu kâfer baglamış (G/69-2, s. 109) [Gerçi bu o kâfir sarhoş zannedip onu bağlamış (ama), gözlerin günahsız (birinin) kanını döktüğü için kan tutmuş.] Dil-i bî-çare şifâ umma Helakî ne belâ Ol tabîb-i dile kan eyleme kânûn olıcak (G/84-5, s. 124) [Ey Helâkî! O gönül tabibine kan dökmek kanûn olmuş, ne belâ; bu sebeple çaresiz gönül için ondan bir şifâ bekleme.] Sen bu hûnî çeşm ile kan eylemezsen uşda ben 'Âşıkı hûn içre galtân eylemezsen uşda ben (G/114-1, s. 154) [Ey sevgili! Sen bu kan dökmeye meyilli göz ile kan dökmezsen ve âşığı kan içinde (bir inci gibi) yuvarlamazsan işte beni o zaman gör.] Kan olmak: Bir anlaşmazlıktan dolayı kan dökülmek, cinayet işlemek. (bk. Aksoy, 2/764, no 5647; Parlatır, 2/539, nr. 5824) Bî-tekellüf el sunar her dem leb-i meygûnuna Sâkıyâ sâgar götürmezse ayagı kan olur (G/38-2, s. 78) [Ey sâkî! Kadeh sevgilinin şarap renkli dudağına her zaman teklifsiz el uzatır; eğer bundan vazgeçmezse kan dökülür.] Kan tutmak: Adam öldüren kimse, şok geçirmek; kan görünce bayılmak; ansızın ölmek. (bk. Aksoy, 2/765, nr. 5653; Parlatır, 2/539, nr. 5829) Kan tutupdur gözlerin kan itdügiyçün bî-günâh Gerçi bîmar anlayup anı bu kâfer baglamış (G/69-2, s. 109) [Gerçi bu o kâfir sarhoş zannedip onu bağlamış; (ama) gözlerin günahsız (birinin) kanını döktüğü için kan tutmuş.] Kan yutmak: Bir sebeple çok acı ve eziyet çekmek, derdini ve üzüntüsünü içine atıp gizlemek. Nice kan yutmayam öpdükce lebün her bir rakîb Sâkıyâ câm-ı şarâb-ı vaslı gör kimler çeker (G/50-4, s. 90) [Ey sâkî! Rakipler sevgilinin dudağını öptükçe ben nasıl kan yutmayım? Kavuşma şarabının kadehini kimlerin çektiğini gör.] La'l-i nâbı hasretiyle mey diyü kanlar yudup Ey Helâkî ol gözi mestânı andum agladum (G/99-5, s. 139) [Ey Helâkî! Sevgilinin lâl renkli dudaklarının hasretiyle kanlar yutup, o sarhoş gözlü sevgiliyi andım ağladım.] Yine dâg-ı derûn ile çıkup hâk-i mezelletden Ne kanlar yutdıgın 'arz itse her bir lâle zâr olsa (G/121-2, s. 161) [Yine gönül yarası ile bayağılık toprağından çıkıp, ne kanlar yuttuğunu söylese her bir lâle inler.] Kanlar ağlamak: Bir zulümden, bir afetten, bir sıkıntıdan, büyük üzüntü duyup çok yakınmak; derin acı ve üzüntü duymak, içi yanmak. (bk. Aksoy, 2/761, nr. 5615; Parlatır, 2/535) Kanlar aglasun benümçün kara geysün hâmeler Başına toprak saçup dürsün yüzini nâmeler (G/55-1, s. 95) [Kalemler benim için karalar giysin ve kanlı gözyaşları döksün; mektuplar başına toprak saçıp yüzünü dürsün.] Kanlı: Kan dökücü, katil. Sakın ey dîde yaşumdan ki yavuz sudur bu Niçe merdümleri gark eyledi kanludur bu (G/120-1, s. 160) [Ey göz! Gözyaşımdan sakın (çünkü o) nice gözbebeğini (merd olanları) kana batırmış, kanlı (kâtil olan) şiddetli bir sudur.] Kanlı başlar çıkarmak: Bir derdinden dolayı çok acı çekmek. Dâg-ı hasret olmasa bagrumda ey gül lâle-veş Kanlu başlar mı çıkardı sine-i sad-çâkden (G/112-2, s. 152) [Ey gül! Hasretin bağrımda lâle gibi yarası olmasa, yüz parça olmuş sineden kanlı başlar çıkar mıydı?] Kara bağruna sarmak: Birini sevgi ile kucaklamak, bağrına basmak, alıp sevgi ve şefkatle korumak. (bk. Aksoy, 2/503, nr. 2902; Parlatır, 2/140, nr. 1409) Şol ak libâs ile yârı Helâki bir dahi Bu kara bagruma sarmaga tutaram ümmîd (G/23-5, s. 63) [Ey Helâkî! Sevgiliyi şu ak elbise ile bu kara bağrıma sarma konusunda ümidim var.] Kara bahtın yüzünü ağartmak: bk. Yüzünü ağartmak. Kara çullarda komak: Öldürmek. Kara bahtum beni zülfünden ayru Kara çullarda kor âhir kefensüz (G/61-3, s. 101) [Ey sevgili! Kara bahtım sonunda beni senin saçından ayrı, kefensiz kara çullarda kor.] Helâkî Divanı'nda Türkçe Deyimler • 189 Kara(lar) bağlamak (giymek): Bir felâket dolayısıyla siyah örtü bağlanmak, siyah elbise giymek; yas tutmak. (bk. Aksoy, 2/768, nr. 5688; Parlatır, 2/545, nr. 4903) Dem-be-dem kan itdügine gözleri insâf idüp Mâtem-i 'uşşâk içün şimdi karalar baglamış (G/69-4, s. 109) [Sevgilinin gözleri devamlı kan dökmekten pişmân olup insâfa gelmiş ve âşıkların matemi için şimdi karalar bağlamış.] Kanlar aglasun benümçün kara geysün hâmeler Başına toprak saçup dürsün yüzini nâmeler (G/55-1, s. 95) [Kalemler benim için karalar giysin ve kanlı gözyaşları döksün; mektuplar başına toprak saçıp yüzünü dürsün.] Bilüp ayrılacagın Ka'be senden Bu yas içün karalar geydi kat kat (G/13-5, s. 53) [Ey sevgili! Kâbe senden ayrılacağını anlayıp, yas tutmak için kat kat karalar giydi.] Kara yüzlü: Utanılacak bir durumda olan. (bk. Aksoy, 2/959. nr. 7763; Parlatır, 2/942. nr. 10131) Sefîd câmeyi ko sâyesine var hasedüm Ki buldı ol kara yüzlü yanında baht-ı sefîd (G/23-4, s. 63) [Ey sevgili! Beyaz elbiseyi bırak, gölgesine kıskançlığım var; çünkü o kara yüzlü (rakip) yanında beyaz baht buldu.] Karalar giymek: bk. Karalar bağlamak (giymek). Kazâya uğramak: Umulmadık olumsuz bir durumla karşılaşmak. Olaldan sûhte ol şem'-i hüsne Kazâya ugradı monlâ müderris (G/66-2, s. 106) [O güzellik mumuna yanalıdan beri molla (ve) müderris kazaya uğradı.] Kıl ile bağlanmak: Birine çok bağlanmak, delicesine sevmek. Çünki Mecnûn olmışam Leylî saçun sevdâsına Bir kılından beni baglar kâkül-i müşkîn-i dôst (G/14-3, s. 54) [Sevgilinin misk kokulu kâkülü bir kılı ile beni kendisine bağladı; çünkü Leylî (gece gibi siyah) saçın sevdasıyla Mecnûn (deli) olmuşum.]
doi:10.15247/dev.65 fatcat:mwhxngmv3baghlnltlqlcbkmuy